YAŞAMASIZ YAŞAMLAR
Elif Satı KALAYCIOĞLU

Elif Satı KALAYCIOĞLU

Elif Satı KALAYCIOĞLU / İstanbul İl Temsilcisi / Gazeteci, Yazar
  • Youtube
  • Instagram
  • LinkedIn

YAŞAMASIZ YAŞAMLAR

13 Ocak 2021 - 12:16

Hiç düşleri olmayanlara. . .

Ben Figen UYANIK. Anlatmaya nerden başlasam bilemiyorum. Otuz iki yaşındayım; ancak yaşadığım acı tecrübelerden ötürü kendimi daha yaşlı hissediyorum.
Kimi çok arabesk olduğumu, kimi gereğinden fazla duygusal olduğumu söyler. İçimdeki küçük kız çocuğu ölmedi; fakat genelde hüzünlü bir kadınımdır. Maalesef, hayat herkese eşit davranmıyor. Yaşamak istediklerimi değil de yaşamak zorunda kaldıklarımdan bahsederek bitireceğim bu yazıyı.
Dört kişilik bir ailenin kızıyım: Babam, annem, ağabeyim ve ben.  Ne zaman bir kız çocuğu görsem dua ederim, aile sevgisinden mahrumdan kalmadan büyümesi için. Çünkü kendimden biliyordum aile sevgisi görmeyen kızlar sevgiyi sokaklarda, sevgiden bi haber erkeklerden arar.
On dört yaşıma kadar ailemle birlikte yaşadım. Annem ve babam terziydi. Sadece hayatta kalmak için yaşayan bir anne ve babanın çocuğuydum. Yani karnımızı doyurmak için yaşıyorduk. Ailemde gördüğüm tek gerçek: Geçim derdi, kavga, gürültü ve evi olmayan iki kardeştik. Evet, evimiz yoktu. Babamın konfeksiyon atölyesinde büyüdük.  Annem ve babam gece gündüz çalıştığı atölyenin bir kenarına serdikleri yatakta uyurduk. 

Her çocuk gibi ben de anneme düşkündüm, bu yüzden annemin benimle uyumasını isterdim. Bütün bu güzel duygularıma rağmen annemin hayatım da olumsuz etkileri olduğunu bilemezdim. Evet, zaman hızla akıp geçiyordu ve ben ortaokulu bitirmiştim, üç ay sonra liseye gidecektim. Ve çok heyecanlıydım. On dört yaşındaydım. Her genç kız  gibi hedeflerim, hayallerim vardı. Ancak kendimi birden kendimden on yaş büyük bir adamla evli buldum. Annem benim için evliliği uygun görmüştü. Evlenirsem, yoksul hayatımdan kurtulacak ve eziyet çekmeyecektim. Annemin de çocukluğu, gençliği acılarla geçmişti. Otoriter, gelenekçi ve zalim bir baba ile büyümüştü. Anneme sert ve kararlı bir şekilde: “Okuyacağım” dedim. Annem ise hiç beni ciddiye almayarak: ”Okuyup, hayatı kurtulan kim var? Evlenmezsen perişan olursun bizimle!” dedi. Ve beynimi yıkadı. Yıkadı, çünkü henüz on dört yaşında bir çocuktum. Evlilik konusunu babam duyunca kıyamet koptu. Benim daha çocuk olduğumu ondan duymak bana umut vermişti. Rahmetli babacığım sert bir adam gibi görünürdü kızardı, bağırırdı; ama ben bilirdim ki pamuk gibi bir kalbi vardı aslında. Babamın da hayatı hep zorluklarla geçmişti.

Evde huzur kalmamıştı. Evde sürekli annem babam kavga eder olmuştu. Annem, “ Bu kavgalar hep senin yüzünden oldu. Ben evlenmek istiyorum deseydin bunlar olmazdı” diyerek günlerce beni suçladı. 
Annemin baskıları sonrasında şuna inanır olmuştum: Benim artık bu evde yerim yoktu.
Sonra da benden on yaş büyük bir adama kaçtım ve onunla evlendim. Babam aylarca benimle konuşmadı. Ağabeyim de bu duruma çok üzülmüştü. Her şey güzel olur diye umutlanırken evlendiğim adamın madde bağımlısı olduğunu öğrenmiştim. Üstelik, her gün beni döven bir adamla ile evliydim. Şimdi, ne yapacaktım? Yolda başımı kaldırarak yürümek ve tanıdık birini görsem bile selam vermem yasaktı. Bu yasaklar içimi yakarken kızım Mısra’ya hamile kalmıştım. 15 yaşındaydım. Ne evcilik oyunlarım olmuştu ne de peluş bir bebeğim. Ancak anne oluyordum. Kızımı sevmeli ve korumalıydım. Belki bebeğim doğunca babası değişir diye umutlanıyordum. Ancak hiçbir şey değişmemişti. 
Sevgi olmayan bir evde bir kızım bir ben derken ikinci kez anne olacağımı öğrendim. Kızım Sıla dahil olacaktı dünyamıza. İkinci bir heyecan, karmakarışık duygular ağlama nöbetleri ne yapacaktım ya sahip çıkamazsam korkuları ya ben de beceremezsem anne olmayı.. Endişelerim… Gün geldi ben ve kızlarım artık biz üç kişiydik. Evet  dört kişi olamamıştık. Bizi seven saran sayan bir aile babasına sahip değildik; çünkü kızlarımı kucağıma aldığım ilk günden bugüne kadar onlara anne ve baba oldum. Herkesin sorduğu bir soru: Madem sevmedin, sevilmedin dayak yedin eziyet çektin neden dokuz sene çektin o adamı? Çektim; çünkü ne gidecek bir kapım vardı ne de bir sahip çıkanım sürekli çocuklarımla tehdit edildim.
Bir gün ona ayrılmak istiyorum, demiştim. O, ise acımasızca: “Eğer ayrılırsan benden, çocuklarını asla göremezsin. Ve annene, babana ve ağabeyine her türlü pisliği yaparım” diyerek, tehditler savurmuştu. Bununla da kalmadı her gün bana dayaklar attı. Sürekli sabrettim. Ben bir anneydim. Gücümü Allah’tan ve çocuklarımdan alıyordum. En sonunda da ölümüne yediğim dayaklar canıma tak ettirmişti. Ne olursa olsun bu zalim adamdan ayrılacaktım. Boşanma davası açmıştım. Bu dava tam iki sene sürmüştü. Dava süresi boyunca korku ve endişe içinde geçmişti. Çocuklarımı kaçıracak korkusu beni mahvetmişti. Bir gün beni sokak ortasında öldüresiye dövmüştü. Çenem kırılmıştı. Ambulans ve polis gelmişti. O tarifi imkansız acıdan sonra başardım: Boşandım ve ödediğim bedeller çok ağır oldu; ama başardım kızlarımı da kendimi de kurtardım. Artık başka bir ben vardı. Yirmi iki yaşında, iki çocuk annesi genç bir kadındım. Ayaklarım yere sağlam basmalı, yaşadığım psikolojik baskılardan arınmalı, evlatlarım için çalışıp çabalamalıydım. Baba ocağına, birkaç sene önce kaçıp gittiğim yere, tek kişi olarak gidip üç kişi olarak dönmüştüm. Onlarda yeni bir düzen kurmuşlardı az çok döndürüyorlardı. Hayatıma yeniden başlayacağım umuduyla çıktığım yolda bir kez daha sille yemiştim hayattan. Babam hastalandı. Kendimi bir başka mücadelenin içinde bulmuştum. Bir aydan uzun bir süre hastane koridorlarındaydım. Ayrıca yürüyemeyen, bakıma muhtaç bir babam vardı, annem de psikolojik sorunları olan bir insan haline gelmişti. Pes etmemeliydim. Annem, babam, kızlarım için yüklenmek zorundaydım bütün sorunları.  Ağabeyim ise bir kavga sonucu cezaevindeydi. 
Yapayalnızdım… 
Ailenin diğer bireyleri hala, amca, dayı, teyze onlar zaten hiç olmadı. Annem ve babam evlendikten sonra hiç kimseyle görüşmemişti. Bizim de görüşmemizi istemediler.   

Babam artık bakıma muhtaçtı ve ben çalışıp çabalayacak durumda değildim gündelik bir kaç saatlik işlerle evime çocuklarıma anneme babama yetmeye çalışmak sadece bu süreçte derin bir boşluk yalnızlık, çaresizlik… 
Hep tek başıma ne yapacağım sorusu beynimde dolaşırken bir vesile ile beş sene önce, şimdiki eşimle tanıştım. Kızlarımın babasından ayrılalı dört sene olmuştu.
İkinci eşimle tanışmamızın arasından birkaç saat geçmiş olmasına rağmen, bana benimle yaşlan yüreğini sevdim senin, diyen bir adamdı. Selim beş senelik yol arkadaşım onunki delilik benimki daha büyük bir delilikti. Yaşadığım o dokuz senelik evlilikten sonra tamam , dedim kızlarıma iyi bir ağabey olacaksan benden önce onları seveceksen teklifine tamam ,diyebilirim. Evlendik, benim omzumdaki yüklere ortak olmuştu bir benimle değil benim ile birlikte dört kişiyi daha kabul etmişti çok paramız rahat bir hayatımız olmadı. Onunda yaşamış olduğu talihsizlikler, sorunlar vardı;  ama birbirimize yol arkadaşı olmuştuk, yüreği yetti onu sevmeme. Babam, çocukluğumda eksikliğini en çok hissettiğim yaşadıklarına en çok üzüldüğüm, merhametimi en çok hak eden, dokuz sene çocuğum gibi yattığı yerden baktığım babam gün geldi çattı yoruldu ve ebediyete yol aldı gitti. Beni çaresiz, kimsesiz bıraktı gitti. Cenazesini anlatsam filme diziye konu olur öyle bir dramatik. Hadi bir daha toparlama çabası derken annemi akıl hastahanesine yatırmak zorunda kaldım. Ne olursa olsun annemdi. Orada onu görmek beni bir kere daha kahretmişti, bir travma bitmeden bir diğeri... Yorgunluğumu, yılgınlığımı yargılayanlar beni  acıtasyon yapmakla yaftalayan insanlar hiçbir şey bilmedikleri halde fikir sahibi olanlar, acaba yaşanan bunca şeye dayanabilirler miydi?
Kimsenin hayatı tozpembe değil biliyorum. Herkesin yükü de kendine ağırdır.
Şu ömür merdiveninde herkesin derdi, bir diğerinin hikayesidir. Yaşadıklarımdan hiç utanmadım. Kendimi olduğumdan farklı hiç göstermedim. Neysem o oldum, iyi niyetlerimden hiç vazgeçmedim; ama bir daha tek bir insana bile güvenemedim. İnsan hayatında herkesi seçebilir; ama maalesef ailesini seçemiyor. Her şey ailede başlıyor. Bence bilinçsiz ebeveynlerin çocukları hep yaralıdır. Annem bilinçli davranabilseydi ne ben küçük yaşta büyük sorumluluklar taşıyacaktım ne de o  bir şizofreni olacaktı.

Kendimi dinlediğimde şöyle diyorum: Yaşanacakmış ki yaşadın. Yaşıyorsun.  Dile kolay otuz iki senelik bir yaşam ve her yaşta ayrı bir yaşanmış tatsızlıklar, üzüntüler, sıkıntılar… Hep yalnızlık,  hep yalnız mücadele, herkese yetmeye çalışma çabası… Mesela hiç vicdan muhasebem olmadı kendimle. Anneme, babama, kardeşime, çocuklarıma her zaman kol kanat olabildim. Rabbim o gücü bana verdi. Pişman mıyım? Hayır. İyi ki de hayırlı bir evlat olabildim, onca hayırsızlığa rağmen. Ben hayatımda hiç mutlu olmadım, hep güçlü oldum; çünkü ben güçlü olmak zorunda bırakıldım. Kimse benim sırtıma yastık koymadı. Hadi bunu da ben halledeyim, demedi. Bugüne geldiysem kendi tırmanışlarımla geldim. Tek bir kişi bana diyemez ki oraya benim sayemde, geldin. Velhasıl kelam kendimle gurur duyuyorum. Ezildim, üzüldüm, kırıldım, zaman zaman tükendim; ama bitmedim güçlendi. Kimseye yük olmadan büyüdüm. Zor bir hayatın mücadelesini hakkıyla verdim vermeye devam edeceğim.

Değerli okurlarımız, günümüzde şiddet her yerde. Evde eşine ve çocuklarına psikolojik ve fiziksel şiddet uygulayanlar, okulda öğrencisine şiddet uygulayanlar, hastanelerde sağlık çalışanlarına uygulanan fiziksel ve sözlü şiddet, dışarıda sokak hayvanlarına yapılan cinsel ve fiziksel şiddet gibi daha birçok şiddet var. Şiddete meyilli bireylerin sayısı her geçen gün artıyor. Caydırıcı cezalar uygulanmadığı süre de artmaya devam edecektir. Güzel sözler söylemek ve duymak için cezaların caydırıcı olması şarttır.
Hoşgörü ile, sevgi dolu yarınlara…

Saygılarımla,
Elif Satı KALAYCIOĞLU              

Bu yazı 5831 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum