Terör örgütleri şirket gibidir, çıkarlarını gözetir. Çıkarları da varlıklarının temel sebebini oluşturan alan hâkimiyeti ve sağladığı bu alanda varlığını devam ettirebilmek için ihtiyacı olan mali kaynaktır. Terör örgütlerini, ideolojilerinden ziyade ayakta tutan finans kaynaklarıdır. Bu finans kaynakları büyük çoğunlukla; uyuşturucu kaçakçılığı ve trafiği, silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti gibi geliri yüksek olanlar olarak ön plana çıkar. Terör örgütlerinin eylem yapamadıkları dönemlerde, daha çok bu finans elde etmek için kaçakçılık ve organize suç örgütleriyle ilişkiler geliştirirler.
Terör örgütleri, gözettikleri ideolojiden öte örgütün ve lider kadrosunun devamlılığını esas alır. Düşünün bir kere, örgüt gerek finans temininde gerek örgüte eleman kazanımında sıkıntılar yaşıyorsa bu örgütün alan hâkimiyetini kaybettiğini göstermektedir. Burada ideoloji pek de işe yaramamaktadır. İdeoloji, daha çok örgüte yeni eleman kazandırma ve ulus aşırı ülkelerde örgüt yapılanmalarında aynı ideolojik paralellikteki siyasi parti, sivil toplum kuruluşu, vakıf, dernek gibi oluşumlarla ilişkilere girerek; örgütün yasaklı listeden çıkarılması noktasında etkin olmaya çalışmaktadır. Silahlı anlamda etkin olamayan ve yeni eleman kazanma noktasında sıkıntı yaşayan terör örgütleri, çareyi ideolojilerine ve söylemlerine yeni eklemeler yaparak faydalanmak isterler. Örnek olarak bölücü terör örgütü PKK ve uzantılarını ele aldığımızda; Türkiye’ye karşı açmış oldukları silahlı mücadelelerinde hiçbir başarı elde edememişlerdir. Günün sonunda teröristler Türk silahlı güçleri tarafından etkisizleştirilmişlerdir. Zaten er ya da geç bir teröristin ömrü normal bir insana göre ne kadar olabilir ki?
Bölücü terör örgütü PKK’nın, alan hâkimiyetini kaybettiğinde, örgütün ikmal yollarının kapatılması neticesinde gerek uyuşturucu gerek kaçakçılık gerekse de enerji kaynakları üzerindeki kontrolünü de kaybetmiş demektir. Bu durum örgütlerin kıskaca alındığını ifade eder ki, bölücü terör örgütü de bu anlamda kıskaca alınmış, ikmal ve lojistik yolları kapanmış, varlıklarını devam ettirebilmek için olmazsa olmaz olan gereksinimlerini elde edemiyor demektir. Örgüte eleman kazandıramayan, lojistik ve ikmal yolları ablukaya alınmış bir örgüt; elindeki tüm kozu yeni ve çok ses getirecek eylemlere harcayacaktır. Bu bağlamda, Taksim ve Ankara terör eylemlerini bu şekilde okumak daha sağlıklı olacaktır.
Tabi ki, terörle mücadelede etkin olabilmek, sadece güvenlik kurumlarıyla sağlanamaz. Başarılı ve etkin bir terörle mücadele için gerekli olan sağlam istihbarat, ülke içinde tüm yönleriyle yeniden revize edilmiş etkin bir terörle mücadele yasası, elbette terörizmin dış destek boyutunda da etkin ve zoraki diplomasi yoluyla terör örgütlerine sağlanan dolaylı ya da doğrudan desteklerin kesilmesi gerekmektedir. Pek çoğunuzun malumu olduğu gibi, terör örgütlerine sağlanan dış destek olmasa hiçbir terör örgütü varlığını idame ettiremez. Özellikle bölücü terör örgütü PKK’ya, pek çok ülkenin birçok alanda doğrudan ya da dolaylı destek verdiğini biliyoruz. Destek veren ülkeleri ve destek sağladıkları dönemlere göre ayrıca doğrudan ya da dolaylı destek sağlayan ülkeler olarak ele almak sağlıklı sonuçlara götürür.
Bölücü terör örgütüne yıllarca siyasi, ekonomik, silah, askeri araç vd. alanlarda destek sağlayan ülkelerden biri kurumsal anlamda Federal Almanya Cumhuriyeti’dir. Dönemin Almanya Dışişleri bakanı Sigmar Gabriel, 2020 yılında devlet televizyonunda gerçekleştirilen bir programda; “PKK’yı, pek çok yasadışı faaliyetlerinden dolayı Almanya’da suç işlediği için yasakladık; Türkiye’de suç işlediği için değil. Batı olarak, onları (PKK’lı Kürtleri müttefik gördüklerini) kullandık, destekledik” diyerek; bir devlet yetkilisi olarak en üst perdeden ülkesinin bölücü terör örgütüne verdiği desteği ve kullandıklarını tarihi olarak itiraf etmiştir.
Bunların içinde hiç şüphesiz İsveç devleti de vardır. İsveç Dışişleri bakanı Tobias Billstörm, 05 Kasım 2022 tarihinde; “Sol Partili siyasetçiler, Malmö’deki meclis salonunda PKK flamalarıyla poz veriyorlar. Bu son derece ciddi ve kabul edilemez. PKK bir terör örgütüdür ve bu tür davranışlar İsveç demokrasisine yakışmaz” diyerek, bölücü terör örgütü PKK’nın İsveç’de faaliyetlerinin baş sorumlusu olarak İsveç Parlamentosunda aktif siyaset yapan Sol Partiyi göstererek; kurumsal olarak sorumluluğu İsveç Parlamentosundan yani devletten atmaya çalışmıştır. Evet doğrudur. AB ülkelerinde PKK’nın değişik isimlerle illegal yapılanmasında, siyasal zemin kazanmasında, yasaklı olmalarına karşın üye ülkelerde pek çok gösterinin yasal statüde gerçekleşmesinde, AB üye ülkelerinin yönetimlerini PKK ve uzantılarına yönelik üç maymunları oynamasında, PYD/YPG bürolarının açılmasında elbette Sol Parti ve Yeşiller Partisinin emeği, önemi ve etkisi tartışılmazdır. Ne var ki, ülke dış politikalarının/çıkarlarının bir aracı/aparatı olarak kullandıkları/destekledikleri eli kanlı terör örgütünün Avrupa lider kadrolarını ülkelerinde yaşamakta olan ve dirseklerine/dizlerine kadar Türk kanına batmış örgüt mensuplarını; Kandil’den atanmış orta/yüksek lider kadrolarını vatandaşlığa alarak koruma sağlamış olmalarında İsveç ve diğer ülke parlamentolarının hiç mi suçu/sorumluluğu yoktur? Hele ki, İsveç’in NATO’ya girebilmesi için Türkiye’nin ileri sürdüğü şartları yerine getirme konusunda ve Haziran 2022’de yeni terörizmle mücadele yasasını yürürlüğe sokmalarına karşın hâlâ daha PKK, İsveç’de yasaklı olmasına karşın İsveç sokaklarında fink atıyorsa, hukuki hiçbir işlem başlatılmıyorsa, Ankara’nın İsveç devlet yöneticilerinden istediği PKK ve FETÖ’cüler iade edilmiyor bilakis uzatmalara oynuyorsa; İsveç devlet yönetimi adına verilen hiçbir söz samimi olamayacaktır.
Aşağıda verdiğim örnekler, bölücü terör örgütü PKK’nın, doğrudan ya da dolaylı şekilde desteklendikleri, kullanıldıkları ülkeler ile olan stratejik ilişkilerini içermektedir. Hiç şüphesiz bu ülkeler aşağıda verilen örneklerle sınırlı değildir. Bir başka yazı konusunda diğerlerini de işlemek gerekecektir.
Suriye PKK ilişkisi
Suriye, PKK’nın ortaya çıktığı zamandan beri büyük bir destekçisi olmuştur. Bunun yanında Suriye, ülkemizin en uzun kara sınırı komşusudur. Suriye, uzun zaman Fransızların sömürgesinde kalmış ve bağımsızlığını 1946/1947 senesinde kazanabilmiştir. Bugün Türkiye topraklarına ait olan kadim Türk yurdu Hatay, 1938 senesinde bağımsızlığına kavuşmuş ve sonrasında gerçekleştirilen halk oylaması ile Türkiye topraklarına dâhil olmuştur. Hatay’ın Türkiye’ye katılması Türkiye ve Suriye arasındaki bağlarda daima bir problem oluşturmuştur. Fırat ve Dicle nehirleri, Türkiye’den Suriye sınırlarına doğru uzamaktadır. Akan sudan haksız ve hukuksuz şekilde daha çok faydalanmak isteyen Suriye, uluslararası desteği de arkasına alarak Türkiye’ye büyük sıkıntılar yaşatmıştır. Bu sıkıntılar ise, Suriye’nin PKK ile iş birliği halinde olması ve ona destek sağlamasıyla gerçekleşmiştir.
Türkiye ve Suriye arasında, PKK terör örgütü lideri Öcalan’ın ülkeye kabul edilmesinden sonra bazı problemler daha doğmuştur[1]. Suriye, senelerce terör örgütlerini kendine rakip gibi düşündüğü ülkelere karşı kullanmıştır. Suriye, 1980‟li yıllarda ve bu senelerin sonrasında ülkemize karşı terör eylemleri gerçekleştirerek PKK terör örgütüne destek vermiştir[2]. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce örgüt lideri Öcalan, 07 Temmuz 1979 tarihinde kaçakçı kılığında Suriye’ye geçmiş ve devlet başkanı Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad aracılığıyla Suriye istihbaratı ile ilişkiye girmiştir. Örgütün ilk iki kongresi Suriye’de yapılmıştır. Suriye, örgüte maddi ve manevi pek çok yönden destek vermeyi sürdürmüştür. Hafız Esad desteğiyle Öcalan, FKÖ kamplarında 250 teröristin eğitim görmesini sağlamıştır. Suriye tüm bunların yanında kendi topraklarında ve Lübnan topraklarında örgütün yaşamasına, teröristlerin eğitim görmesine destek vermiştir. Öcalan’ın Suriye’ye geçişi ve Suriye istihbaratı ile temasları sonucu örgüt Suriye’deki etkisini de artırmıştır.
Suriye’deki PKK kamplarında eğitim gören pek çok terörist Türkiye’de eylemler yapmaya başlamışlardır. 1986 senesinde örgütün merkezinin “Helve kampı” olduğu netleşmiş ve kamp desteklerle silahlı bir eğitim alanına dönüştürülmüştür. Suriye, örgüte silah konusunda da yardım etmiş; 1989 senesinde Esad tarafından Güneydoğu Anadolu bölgesinde sözde bir “Kürt devletinin kurulması gerektiği” açıklamasında bulunulmuştur. 1996 yılında ABD’ye ait rapora göre, terör örgütlerine destek veren ülkelerden birinin de Suriye olduğu ispatlanmıştır[3]. Ankara, Şam’ı, terör örgütlerine yaptığı yardımı sonlandırması için pek çok defa uyarmıştır. Türkiye’nin diplomatik baskı ve son olarak Atilla Ateş Paşa’nın Hatay sınırında yaptığı konuşma, ardından TBMM’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Ateş Paşa’nın konuşmasına paralel destek açıklamaları Şam yönetimini Ankara ile Adana Mutabakatını yapmaya zorlamıştır. Yanı sıra Şam yönetimi, bölücü terör örgütü PKK’ya destek ve yardımda bulunmayacağını ifade etmiştir. Tunus’ta baş gösteren Arap Baharı ve 2011’de Suriye iç savaşı ile izlenen politikalar iki ülke arasındaki ilişkileri ve örgütün Suriye’nin kuzeyinde alan hâkimiyeti kurmasıyla farklı boyut almıştır. Bu yazı hazırlanırken Dışişleri bakanı Hakan Fidan’ın açıklaması geldi. Fidan yapmış olduğu açıklamada; “Teröristler pişman olacak, üçüncü taraflar uzak dursun” sözleri; İçişleri bakanlığına yönelik gerçekleştirilen terör saldırısı sonrası terörün Türkiye’yi birinci derecede tehdit ettiği ülkelere ve taraflara yönelik çok daha ciddi operasyonların haberini vermektedir. Umarım maliyeti yüksek olan hava harekâtları, İHA ve SİHA ile desteklenerek yanı sıra kara operasyonlarını da beraberinde getirecektir.
Irak PKK ilişkisi
Türkiye’nin komşu olduğu ülkelerden biri de Irak’tır. Türkiye ve Irak aynı coğrafyada asırlar boyu bir arada yaşamışlardır. Irak topraklarında farklı etnik kimlikler yaşamakta bunların içinde de Kürtler bulunmaktadır. Irak’taki Kürtler, uluslararası desteği de arkalarına alarak 1970 yılında petrol açısından çok zengin durumda olan Irak Türklerinin yaşadıkları başta Kerkük ve Hanakin’e yerleşmeyi talep etmişlerdir. Irak, bu talebi geri çevirmiş ve bölgenin Araplaşmasını istemiştir. Irak, 1974 senesinde Kerkük ve Hanakin dışında özerk bir yönetim oluşturmuşlardır. Irak’ta oluşturulması planlanan bir devletin, çevre ülkelerin hepsini negatif yönde etkileyeceği tahmin edilmektedir.
Bölücü terör örgütü PKK’nın ana amacı, Türkiye’nin doğusuyla güneydoğusunu bölmektir. Örgüt, ülkemize komşu olan ülkelerde de alan hâkimiyeti kurmaya çalışmış ve Irak’ta PKK’nın bu maksatla yapılandığı ülkelerden biri durumuna gelmiştir. PKK, 1981’de yaptığı konferansta Kürt bölgesinde bulunan Kürt vatandaşlar ile bağlantıya geçmeye çalışmıştır. Bunun sonrasında, Irak’ın kuzeyinde yeni örgüt kampları oluşturulmuş ve lider kadrosunun da buraya
[1] Tuğba Evrim Maden, “Kriz Dönemlerinde Su Politikaları: Türkiye-Suriye”, 2012, s.91 43
[2] Sedat Benek, “Türkiye-Suriye ilişkilerinin Sosyal Coğrafya Açısından Tarihsel Arka Planı”, 2016, s. 184
[3] Erdem Erciyes, “Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye ilişkileri”, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2004, s. 108
[1] Erdem Erciyes, “Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye ilişkileri”, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2004, s. 108
olmadığını ileri sürerek, diğer İslam ülkelerinin Türkiye’ye karşı düşman olması için çabalamıştır. İran, ülkemizi birçok yönden zarara uğratmaya çabalamış ve ülkemize karşı terör örgütlerini kışkırtmaya çalışmıştır. PKK terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemlerin zirve yaptığı 1990’larda, örgütün giderek etkin hale gelmeye başlamasında İran’ın payı oldukça yüksektir[1].
Türkiye’nin senelerce mücadele verdiği PKK, Irak ve Suriye ile bağlantı kurduktan sonra İran ile de ilişki kurmuştur. Örgütün İran ile kurduğu ilişkilerinin temelinde, ülkenin topraklarından faydalanıp, TSK’nın daha büyük bir alana yayılmasıyla beraber denetim alanının zorlaştırılması yatmaktadır. İran’ın ülkemize sızmaya çalışan teröristleri engellememesi, PKK’nın Türkiye’nin içine girmesini kolaylaştırmıştır. PKK terör örgütü, İran’dan birçok kez maddi yardım almıştır[2]. İran’ın, PKK’ya sağlığı askeri, eğitim kamp alanı ve diğer yardımları uluslararası makalelere de konu olmuştur. İngiltere’nin önemli dergilerinden olan Jane’s İnteligence Review, ABD’nin Ruslara karşı savaşmakta olan Afgan mücahitlerine verdiği füzelerin bir bölümünün PKK’nın eline ulaştığını ifade etmiştir. Bu dergi PKK’nın füzeleri İran’dan aldığı iddiasında bulunmuştur[3].
1999 senesinde PKK terör örgütünün lideri Öcalan Kenya’da yakalanmış ve Türkiye’ye teslim edilmiştir. Örgüt liderinin yakalanmasının ardından İran, örgüte karşı tepkiler gerçekleştirmiştir. Teröristlerin gerçekleştirdiği eylemlere müdahale etmiş ve bu müdahaleler sonucunda pek çok insan hayatını kaybetmiştir. PKK, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de World Tren Center’a gerçekleştirilen saldırının hemen ardından, İran’da PJAK isimli Kürdistan Özgür Yaşam Partisini kurmuştur. PKK ve PJAK örgütleri arasında düşünce açısından pek çok fark bulunmaktadır. PKK bağımsız bir devlet kurmayı hedeflerken, PJAK bir düzen değişimini amaçlamaktadır. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra PKK, İran’daki kolu olan PJAK tarafından gerçekleştirilen çatışmalar da artmıştır. Bu çatışmalar 2006 yılında pik yapmıştır. 2010-2011 yıllarında İran ve Türkiye, bölücü terör örgütü PKK’yı yok etmek üzerine karar almışlar ve teröristlerin yaşadıkları kamplara hava ve kara saldırıları gerçekleştirmişlerdir. Arap Baharı olaylarının Suriye’ye kadar uzamasıyla beraber bu ülkenin de çatışma sürecine dâhil olmasıyla İran, PJAK ile ateşkes yapmayı tercih etmiştir. İran rejimi, özellikle İkinci Karabağ Savaşı öncesi ve sonrasında Zengezur Koridorunun açılmaması için Karabağ Savaşında PKK/YPG ile 2019’da kurulan ve tamamı Ermenilerden oluşan Nubar Ozanyan Terör Örgütüne destek vermiştir. Ayrıca İran rejimi, Afganistan üzerinden Türkiye’ye gelen göç akınında da husumetli davranmaya devam etmektedir.
PKK-ABD İlişkisi
ABD, yazılı ve sözlü olarak PKK’yı bir terör örgütü olarak benimsemesine karşın, yazının dışında sahada bu söylemden daha ileriye taşımamış; yanı sıra PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye silah yardımları yapmıştır. ABD’yi bu bölgede en çok rahatsız eden, Türkiye’nin, bölgesel bir güç olmasını istememektedir. ABD, 2001 yılında PKK’yı “terör örgütü” kabul etmesine karşın, Türkiye’nin bu probleminin güvenlik kaygısına sebep olmayacağını ileri sürmüştür. ABD, PKK hakkında Türkiye ile birlikte bir iş birliği yapıyor gibi görünmüş ve Türkiye’deki sözde Kürt probleminin bazı düzenlemelerle beraber çözüme kavuşturulmasını istemiştir. Bu söylemler PKK’yı, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir fırsat olarak göstermiş ve bu görüntüyü yok
[1] Sağlam, a.g.e.,s. 11,46.
[2] Bayram Sinkaya, “Suriye Krizi Çerçevesinde İran-PYD İlişkileri: Taktik Ortaklık”, Ortadoğu Dergisi, 2015, s. 51
[3] İlyas Koç, “İran Dış Politikasında "Takiye": PKK Örneği”, 2014, s.105
[1] Sağlam, a.g.e.,s. 11,46.
[1] Bayram Sinkaya, “Suriye Krizi Çerçevesinde İran-PYD İlişkileri: Taktik Ortaklık”, Ortadoğu Dergisi, 2015, s. 51
[1] İlyas Koç, “İran Dış Politikasında "Takiye": PKK Örneği”, 2014, s.105
üzerinden oynayarak, örgüte büyük destekler sağlamıştır[1]. Çeçenlerin özürlüklerini açıklamasından sonra, sürgündeki Kürtler, Rus meclisinin de yardımlarıyla Moskova’da toplanmıştır. 1996 yılı ve sonrasında PKK terör örgütü birden çok toplantısını Moskova’da gerçekleştirmiştir. Halen Moskova’da PYD/YPG’nin bürosunun olduğu bilinmektedir.
Türkiye’nin Kafkasya’daki ülkelere benzer stratejiler uygulaması ve kendi bölgesinde etkin roller üstlenmesi, Rusya’ya sürekli rahatsızlık vermektedir. Pek çok nedenden dolayı Rusya çoğu zaman PKK’ya silahlı yardımlarında bulunmuştur. Rusya Federasyonu uyguladığı politikalarda PKK terör örgütü lehine açıklamalar da bulunmuştur[2]. Kremlin yönetimi, bölücü terör örgütü PKK’nın Irak ve Suriye uzantılarına da yardım/desteklerde bulunmuştur. Suriye’nin günümüzdeki konumda olmasında büyük rol oynayan baba oğul Şam rejimleri, direkt olarak kutsal ruh gördükleri Rusya’dan yardım almaktadır.
PKK-AB İlişkisi
Avrupa Birliği PKK terör örgütünü 2002’de terör örgütü olarak kabul etmiştir. Pek çok AB ülkesi daha 1990’lı yıllarda örgütü yasaklı listeye almışken AB’nin PKK’yı 2002’de terör örgütü listesine alması ayrıca sorgulanması gerekir.
AB, yapısı ve kuruluş felsefesi itibariyle insan haklarının korunması prensipleri çerçevesinde hareket eden bir ulus ötesi yapıdır. Bölücü terör örgütü PKK’nın, AB ülkelerinde elde ettiği istihbarı ve stratejik ilişkilerle elde ettiği destek sonucu Türkiye’ye dayatılmak istenen sözde Kürt Sorunu (Türkiye’de bir Kürt Sorunu değil etnik bölücü terör sorunu vardır), Türkiye’nin, Avrupa’ya uyum sağlaması konusunda büyük önem taşımaktadır. AB, sözde Kürt Sorunu ile bölücü terör örgütü PKK’nın taleplerini eş değer görmüş ve bu tutumunu Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmaktadır[3].
AB’nin Kürtleri “azınlık” olarak görmesi ve bağımsız bir yönetim meydana gelmesini savunması, Kürt problemine karşı bir hoşnutluk hissettiğinin göstergesidir[4]. Türkiye, jeopolitik konumu sebebiyle daima tehditlerle karşı karşıya olan bir ülkedir. Bahsedilen bu tehditlerin en önemlisi, AB ve ülkeleri tarafından desteklenen PKK terör örgütüdür. AB, Türkiye’ye karşı tutumlarında terör konusu için duyarlılık gösterdiğini ifade etmesine karşın, PKK terör örgütünün lider kadrosundan pek çok teröristi barındırmış ve Avrupa’da kolaylıkla yaşamını sürdürmelerine hatta uyuşturucu trafiğinde etkin olduklarını bildikleri halde izin vermiştir. AB yaptığı açıklamalarda, PKK’yı terör örgütü olarak benimsemiş fakat PKK’ya karşı olan desteklerini de sürdürmüştür. AB, PKK’ya sağladığı yardımlar kapsamında, Ortadoğu’da etkin bir rol üstlenmeye çalışmak istemiştir. Bu isteğin ardında enerji kaynakları ve yüz milyonlarca nüfusluk Pazar başrolü oynamıştır. AB, örgütün muhtemel kazançlarından da hak elde etmeyi amaçlamaktadır. AB tüm bu amaçlar doğrultusunda örgüte silah, istihbarat ve mühimmat desteği sağlamaktan geri durmamıştır. Pek çok AB ülkesinin silah sanayiinde üretici olduğu göz önüne alındığında birliğin örgütün varlığının devamını istemesi gayet ekonomiktir.
PKK’nın pek çok bileşeni vardır Bunlardan biri de Avrupa bileşenidir. Avrupa bileşeninde örgütün Kandil tarafından atanan orta ve yüksek ölçekteki liderleri Avrupa’da faaliyetlerini devam ettirmektedirler. Bu durum, 2021, 2022 yıllarında Avrupa Polis Teşkilatı Europol’ün
[1] Serdar Bülent Yılmaz, “PKK'nın Laiklik Hassasiyeti”, 2009, s.36
[2] Mitat Çelikpala, “Rekabet ve İş birliği İkileminde Yönünü Arayan Türk-Rus İlişkileri”, Bilig Dergisi, 2015, s. 126
[3] Geniş bilgi için bknz: Ömer Kalaycı, Türkiye AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, 2019, İstanbul.
[4] Ömer Kalaycı, a.g.e., 2019.
gördüklerini) kullandık, destekledik” diyerek; bir devlet yetkilisi olarak en üst perdeden ülkesinin bölücü terör örgütüne verdiği desteği ve kullandıklarını tarihi olarak itiraf etmiştir.
Bunların içinde hiç şüphesiz İsveç devleti de vardır. İsveç Dışişleri bakanı Tobias Billstörm, 05 Kasım 2022 tarihinde; “Sol Partili siyasetçiler, Malmö’deki meclis salonunda PKK flamalarıyla poz veriyorlar. Bu son derece ciddi ve kabul edilemez. PKK bir terör örgütüdür ve bu tür davranışlar İsveç demokrasisine yakışmaz” diyerek, bölücü terör örgütü PKK’nın İsveç’de faaliyetlerinin baş sorumlusu olarak İsveç Parlamentosunda aktif siyaset yapan Sol Partiyi göstererek; kurumsal olarak sorumluluğu İsveç Parlamentosundan yani devletten atmaya çalışmıştır. Evet doğrudur. AB ülkelerinde PKK’nın değişik isimlerle illegal yapılanmasında, siyasal zemin kazanmasında, yasaklı olmalarına karşın üye ülkelerde pek çok gösterinin yasal statüde gerçekleşmesinde, AB üye ülkelerinin yönetimlerini PKK ve uzantılarına yönelik üç maymunları oynamasında, PYD/YPG bürolarının açılmasında elbette Sol Parti ve Yeşiller Partisinin emeği, önemi ve etkisi tartışılmazdır. Ne var ki, ülke dış politikalarının/çıkarlarının bir aracı/aparatı olarak kullandıkları/destekledikleri eli kanlı terör örgütünün Avrupa lider kadrolarını ülkelerinde yaşamakta olan ve dirseklerine/dizlerine kadar Türk kanına batmış örgüt mensuplarını; Kandil’den atanmış orta/yüksek lider kadrolarını vatandaşlığa alarak koruma sağlamış olmalarında İsveç ve diğer ülke parlamentolarının hiç mi suçu/sorumluluğu yoktur? Hele ki, İsveç’in NATO’ya girebilmesi için Türkiye’nin ileri sürdüğü şartları yerine getirme konusunda ve Haziran 2022’de yeni terörizmle mücadele yasasını yürürlüğe sokmalarına karşın hâlâ daha PKK, İsveç’de yasaklı olmasına karşın İsveç sokaklarında fink atıyorsa, hukuki hiçbir işlem başlatılmıyorsa, Ankara’nın İsveç devlet yöneticilerinden istediği PKK ve FETÖ’cüler iade edilmiyor bilakis uzatmalara oynuyorsa; İsveç devlet yönetimi adına verilen hiçbir söz samimi olamayacaktır.
Aşağıda verdiğim örnekler, bölücü terör örgütü PKK’nın, doğrudan ya da dolaylı şekilde desteklendikleri, kullanıldıkları ülkeler ile olan stratejik ilişkilerini içermektedir. Hiç şüphesiz bu ülkeler aşağıda verilen örneklerle sınırlı değildir. Bir başka yazı konusunda diğerlerini de işlemek gerekecektir.
Suriye PKK ilişkisi
Suriye, PKK’nın ortaya çıktığı zamandan beri büyük bir destekçisi olmuştur. Bunun yanında Suriye, ülkemizin en uzun kara sınırı komşusudur. Suriye, uzun zaman Fransızların sömürgesinde kalmış ve bağımsızlığını 1946/1947 senesinde kazanabilmiştir. Bugün Türkiye topraklarına ait olan kadim Türk yurdu Hatay, 1938 senesinde bağımsızlığına kavuşmuş ve sonrasında gerçekleştirilen halk oylaması ile Türkiye topraklarına dâhil olmuştur. Hatay’ın Türkiye’ye katılması Türkiye ve Suriye arasındaki bağlarda daima bir problem oluşturmuştur. Fırat ve Dicle nehirleri, Türkiye’den Suriye sınırlarına doğru uzamaktadır. Akan sudan haksız ve hukuksuz şekilde daha çok faydalanmak isteyen Suriye, uluslararası desteği de arkasına alarak Türkiye’ye büyük sıkıntılar yaşatmıştır. Bu sıkıntılar ise, Suriye’nin PKK ile iş birliği halinde olması ve ona destek sağlamasıyla gerçekleşmiştir.
Türkiye ve Suriye arasında, PKK terör örgütü lideri Öcalan’ın ülkeye kabul edilmesinden sonra bazı problemler daha doğmuştur[1]. Suriye, senelerce terör örgütlerini kendine rakip gibi düşündüğü ülkelere karşı kullanmıştır. Suriye, 1980‟li yıllarda ve bu senelerin sonrasında ülkemize karşı terör eylemleri gerçekleştirerek PKK terör örgütüne destek vermiştir[2]. 12 Eylül
[1] Tuğba Evrim Maden, “Kriz Dönemlerinde Su Politikaları: Türkiye-Suriye”, 2012, s.91 43
[2] Sedat Benek, “Türkiye-Suriye ilişkilerinin Sosyal Coğrafya Açısından Tarihsel Arka Planı”, 2016, s. 184
aktarımı sağlanmıştır. Bölgedeki coğrafi yönlü olumsuz durumlar da terör örgütünün bu bölgeyi tercih etmesinde etkili olmuştur[1].
1991’de Birinci Körfez Savaşı Kürtlerin, Irak yönetimi karşısında gücü oldukça artmış ve örgütün bölgede güç sahibi olmasına yol açmıştır. Savaş sonucunda, Irak yönetimi Kürt topraklarından çekilmeye başlamış ve örgüt bu bölgeyi silahlı bir üs durumuna getirmiştir. PKK’nın saldırılarına ivme kazandırması, Türkiye, Irak’ın kuzeyi ve bölgedeki başka ülkelerle arasındaki ilişkilerin gergin hale gelmesine sebep olmuştur. Ankara, dâhil oldukları konferanslarda ve gerçekleştirdikleri görüşmelerde, terör hakkında duydukları rahatsızlıkları pek çok defa dile getirmişlerdir[2]. Türkiye’nin hamleleri sonucunda, Irak yönetimi de terörizm konusunda elle tutulacak hamleler gerçekleştirmemiştir[3].
ABD’nin Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirmesi ile birlikte Irak’ta bulunan yönetim zayıflamış ve PKK terör örgütü de bu durumdan faydalanmıştır. ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte meydana gelen yeni güç dengesini kendi lehine çevirme konusunda 2003 yılı Ekim ayına gelindiğinde PKK, Ankara’nın İran’ın sınırlarında PJAK’a karşı planladığı saldırılara yardım ettiği bahanesiyle “tek taraflı ateşkes olmaz” ifadesiyle ateşkesi sonlandırdığını söylemiştir. Zamanın Irak Dışişleri Bakanı Zebari, Barzani’nin PKK terör örgütüne silah bırakma davetinde bulunmasının ardından ateşkes sürecinin devam etmesi yönünde bir politika uygulamıştır. 2004 senesinde ise Türkiye’de gerçekleştirilen seçimlerde Kürt siyasi partisinin büyük oranda oy kaybetmesi ve Kürtlerin yaşam şartlarıyla ilgili politik düzenlemelerin yapılmaması gibi sebeplerle PKK 2004 senesinde ateşkesi bozduğunu ifade ederek tekrar silahlı saldırılara başlamıştır.
Bölücü terör örgütü PKK, 2004 yılında herhangi bir saldırı düzenlememiş, ancak 2005 yılında yaklaşık 2000 kadar PKK’lı teröristi Türkiye’ye sızdırmış ve saldırılar gerçekleştirmiştir. Temmuz 2005’te dönemin başbakanı Erdoğan, “yasaların izin verdiği sınır ötesi operasyon hakkımızı kullanırız” şeklinde açıklama yapmıştır[4]. Ateşkesin ilanı barış için gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilecek bir girişim özelliği taşımaktadır. Ateşkesin ilanı örgütlerin yaratılma nedenleri ile uyuşmamaktadır. Dolayısıyla hiçbir terör örgütü barış amaçlı kurulmadığı için örgütlerin ateşkes ilanı da sözünün de geçerliliği yoktur. Bu bağlamda PKK ateşkesi bozduğunu ifade etmiş, Türkiye’ye yönelik terör eylemlerine hız vermiştir. Ankara, terör saldırıların sonlandırmak amacıyla uluslararası hukuktan doğan hakları gereği sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmiş ve halen daha Pençe Kilit Operasyonları devam etmektedir.
PKK-İran İlişkisi
Türkiye ve İran hem birbirinin komşuları hem de birbirleriyle rekabet içinde olan ülkelerdir[5]. Osmanlı Devleti ile İran arasında birçok savaş yapılmış ve sonunda Kasrı Şirin Antlaşması ile iki ülke arasındaki savaşlar sonlanmıştır. 1979 İran Devrimden sonra birçok değişim geçirmiştir. Bu devrimden sonra, büyük İslam imparatorluğu kurma düşüncesine kapılmıştır. İstenilen bu imparatorluğu kurmanın temellerini etraflarındaki İslam toplumları ile gerçekleştireceği sohbetlerle atabileceğini düşünmüştür. Türkiye’deki düzenin İslami bir düzen
[1] Ümit Özdağ, “Türk Ordusunun PKK Operasyonları”, İstanbul, Pegasus Yayınları, 2008, s.48
[2] Aybüke İnan, “Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı ve Türkiye-Irak İlişkileri (1973-2011)”, 2013, s.82
[3] Ali Semin, “Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı” 2011, s. 200 45
[4] Berkan Öğür, Zana Baykal ve Ali Balcı, “Kuzey Irak-Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İş birliği”, 2014, s. 47
[5] Bilal Sağlam, “Terörizm Bağlamında Türkiye-İran İlişkileri”, 2015, s. 1
edememiştir. PKK’nın lider kadrosu, ABD’nin bölge üzerinde önemli bir statüsü olduğunu, Kürtlerin, tüm bu problemlerin çözümünde süreç dışında bulunması gerektiğini ve ABD’nin bir lider olarak etkili bir rol oynaması gerektiğini belirtmişlerdir. ABD, PKK’nın gerçekleştirdiği eylemleri hem kınamış hem de PKK’nın silah edinmesine yol vermiştir[1].
ABD’nin sergilediği bu tutum, İsrail’i korumaya yönelik olduğu ifade edilmiştir. Bu tutum Bush’un önermiş olduğu “Ortadoğu Ortaklık Girişimi” projesiyle de uyumludur. ABD, çıkarları için PKK ile olan ilişkisini sürdürmüş ve 2016 senesinde örgütün Suriye uzantılarından biri olan PYD’yi desteklemiştir. Tüm batılı ülkeler gibi ABD’de bölücü terör örgütü PKK’ya yardımcı olmayı sürdürmektedir. Genel Kurmay Başkanlığı’nın 1984-2007 seneleri arasında teröristlerden sağlanan silahların nereden geldiği hakkındaki istatistiğe göre, ilk sırada ABD yer almaktadır. Listede ayrıca SSCB’nin ardılı Rusya Federasyonu, Macaristan, İngiltere, Çin, İtalya, Almanya, İsveç ve Irak’ın da içlerinde bulunduğu toplam 34 ülke yer almaktadır[2].
Bölücü terör örgütüne destek konusunda ABD’li askerler, PYD/YPG üniformalarını giymişlerdir. Türkiye, PKK’yı terör örgütü olarak görmekte, örgütün uzantısı olan YPG’nin de terör örgütü olduğunu kanıtlarıyla ileri sürmektedir. ABD, IŞİD ile mücadele konusunda YPG’ye yardım etmiş ve her türlü desteği sağlamıştır. PKK/YPG’li teröristlerin yakalanmaları esnasında ABD’nin elinden çıkan pek çok silahın da ele geçirilmesi bu desteği ispatlamaktadır. Zaten bu noktada Obama yönetiminden günümüze ABD yönetimleri PKK/YPG’ye binlerce tır dolusu silah, mühimmat desteği sağladıklarını gizlememekte, alenen bu yardımları devam ettirmektedirler. Dış işleri bakanı Hakan Fidan’ın “üçüncü taraflar dikkat etsin” uyarısı da tam da örgüte pek çok desteği sağlayan ülke yönetimlerine yönelik bir sözlü uyarıdır.
PKK-Rusya İlişkisi
Önceki senelerde Rusya’nın komünizm çerçevesinde yönetilmesi ve PKK terör örgütünün Marksist-Leninist ideolojiyi esas alması, bu ikisi arasındaki benzerlikleri ortaya koymaktadır. SSCB ve ardılı Rusya Federasyonunun ayrılıkçı bölücü örgütlere yardım ve desteği uzunca bir dönemdir bilinen bir gerçektir. Bu ülkenin bölücü terör örgütleri içinde en çok destek sağladığı PKK’dır desek abartmış olmayız. Tabi elbette bunun pek çok sebebi vardır. Bunlara girecek olursak bu makalenin boyutu kitap seviyesine çıkacağından hem yayımlanması hem de okuyucu açısından oldukça zorlaşacaktır. Ancak PKK’nın, Türkiye’de ilk silahlı saldırılarını gerçekleştirdiği terör eylemlerinde, SSCB ve KGB’nin pek çok destek verdiği bilinmekte ve açık kaynaklarda ifade edilmektedir. Gerek SSCB gerekse ardılı Rusya Federasyonu tarafından örgüte verilen desteğin pek çok sebebi olmakla beraber; Türkiye’nin, Kafkasya ve Orta Asya’da güçlü ve etkin olmaması için PKK’yı destekledikleri ve kullandıklarını söylemek doğru olacaktır. Türkiye’nin örgütü yok etmeye yaklaştığı zamanlar olmuş ancak Rusya’nın yaptığı gizli yardımlarla örgüt yok edilemediği ifade edilmektedir[3].
Ruslar ve Çeçenler asırlardır aynı topraklarda yaşamlarını devam ettirmektedirler. Bu iki halk arasında pek çok kez problem çıkmıştır. Çeçenistan, Ruslara karşı bir bağımsızlık savaşı içinde olduğunu söylemiştir. Türkiye, resmî açıklamalarında Çeçenistan’a destek olmadığını belirtse de, 1990‟lı senelerde Rusya, bu açıklamaya inanmamış ve Türkiye’ye karşı PKK
[1] Yemenici, a.g.e.,s. 72
[2] Akmaral, a.g.e., s. 255
[3] Fatih Özbay, “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri: 1992-2010”, 2011, s. 39
raporlarında da açıkça ifade edilmektedir. 2022 yılı Europol raporunda: “Avrupa, PKK için finansman ve eğitim etkinlikleri kapsamında önemli bir bölge olmayı devam ettirmektedir” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca gerek 2022 Erupol gerekse Federal Almanya İç İstihbarat Servisi Anayasayı Koruma Teşkilatı istihbarat raporlarında: PKK’nın, Avrupa’da 14.500 militanı olduğu tahmin edilmektedir. PKK’nın değişik isimler altında legal ve illegal yapılanmalarıyla topladıkları schutzgeld yani koruma karşılığı vergilendirme parasının milyonlarca Euro olduğu; uyuşturucu üretimi ve dağıtımının başından sonuna kadar PKK’nın olduğu ifade edilmektedir[1]
AB üye ülkeler PKK’nın finans kaynaklarının başında gelen uyuşturucu ticaretine senelerce izin vermişlerdir. Örgütün Avrupa’daki pek çok bürosunda, dernek vb. kurumlar adı altında kaçakçılık yaptıkları bilinen bir durumdur. AB, medya kurumlarından bazıları da örgüt lehine yayınlar gerçekleştirerek, örgütü insanlara daha sempatik göstermeye çalışmaktadırlar. Avrupa kamuoyuna, Türkiye’de Kürtlere hak tanınmadığını ve işkence yapıldığını anlatmakta ve Türkiye’nin küresel çaptaki görünümüne zarar vermektedir[2].
AB ülkelerinden Almanya, Erbil’de bir başkonsolosluk açarak, PKK ve PYD arasındaki ilişkileri ilerletmeye başlamıştır. Yanı sıra başkent Berlin’de YPG’nin bir bürosu da aktif olarak hizmet vermektedir. Almanya’nın, Ortadoğu’ya olan ilgisi yeni değildir. Birinci Dünya Savaşı öncesi başlayan bölgeye olan aşırı konuşlanma Berlin Bağdat Demiryolu projeleriyle başlamışsa da bu bölgelere olan tarihsel ilgi ve dolayısıyla Kürtlerle olan ilişkileri farklı çıkarlar noktasında gelişmiştir. Almanya bölgede kendine nüfuz yaratabilmek için terör örgütü ile yakın ilişkiler kurmuştur. 2014 senesinde Almanya, Peşmergeye IŞİD’e karşı kullanması için malzeme, silah vermiş ve askeri eğitim sağlamıştır[3]. “Demokratik Açılım ve Çözüm Süreci” AB ve lider ülkeler tarafından olumlu karşılanmıştır. Arap Baharından sonra Suriye’de ortaya çıkan iç savaş sonucu, Türkiye’ye yönelen milyonlarca göç dalgası Türkiye ve AB’nin birbirine olan gereksinimi çok daha artırmıştır. 1959 yılında başlayan Türkiye’nin AB yolculuğu ne yazık ki eşit şartlar altında gerçekleşmemiş; Türkiye, deyim yerindeyse AB’nin güney kanadı güvenliğini korumak ve sığınmacılar için bir hendek konumuna gelmiştir. Türkiye AB ilişkileri, yeni bir düzenlemeyle her iki taraf için eşit şartlarda kazanç/çıkar ilişkisinde devam etmelidir.
Bir sonraki makalede AB ülkelerinden Almanya, Fransa, birlikten ayrılan İngiltere, İsrail, İsveç ve Çin’in; PKK ile olan stratejik ilişkilerine değineceğim.
[1] Ömer Kalaycı, a.g.e. 2019.
[2] Ömer Kalaycı, a.g.e. 2019
[3] Bknz: Ömer Kalaycı, a.g.e., 2019.
YORUMLAR