Hür doğduk hür yaşarız. Türk Milletinin zaferle taçlandırılmasında öncülük eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarını, şehit ve gazilerimizi saygı, sevgi, rahmet ve şükranla yâd ediyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
Hidropolitik çalışmaları üzerine yapmış olduğum araştırmada; YÖK Akademik İstatistiklerini veri aldığımızda: ülkemizde su politikalarıyla ilgili Sınıraşan Su Politikaları ve ilgili 6 farklı anabilim dalında son 20 yılda sadece 37 Yüksek Lisans, 7 Doktora tez çalışması yapılmış. Bu sayı, geleceğin krizlerinden birini teşkil edecek yaşam kaynağı içme suyu ve su kaynakları krizi konusunda ülkemiz açısından oldukça düşük ve düşündürücüdür. 20 yıllık süre içerisinde sadece 19 uluslararası bildiri ve 25 uluslararası makale yayımlanmış. Yanı sıra bu alanla ilgili yazına bakıldığında, yayımlanan bilimsel kitap sayısının 13 olduğu ortaya çıkıyor. Kurak geçen yıllar, yağış miktarının azlığı, kuraklığın yarattığı susuzluk ile gıda, tarım güvenliğinin risk altına girmesi; deyim yerindeyse mavi altın suyun stratejik ve yaşamsal önemini bir kere daha ön plana çıkarmaktadır.
Yukarıdaki veriler, hidropolitik veya hidropolitik konusunun uzmanlık eğitimi alanındaki durumunu açık bir şekilde ortaya koyarken, diğer yandan bu çalışmaları değerlendirerek düşünce üretecek yeterli sayıda üniversite, araştırma ve stratejik araştırma merkezleri/enstitüleri, sivil toplum örgütlerinin çok az seviyede olması; konunun diğer eksik tarafını bizlere acı bir şekilde göstermektedir. Suyun stratejik ve güvenlik boyutundaki yerinin, içme suyu ve su kaynaklarının kullanımının ne denli önemli olduğu hem su krizi hem de stratejik boyutu açısından değerlendirildiğinde tekrar tekrar ele alınması ve çalıştaylar düzenlenmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.
İçme suyu ve su kaynakları, ilk şehirlerin kurulmasından günümüze kadar varlığını ve önemini sürdürmesinde en önemli belirleyici etken olmuştur. Bu belirleyiciliğinin yanı sıra su, çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere kadar her kültürde yeniden doğuşu, saflığı, arınmayı ve yaşamı birleştiren bir simge konumundadır. Su ve insan arasında fiziksel ve sosyal bağ, kapitalizmin gelişimi ve özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte değişmeye başladı. Sanayileşmeyle birlikte içme suyu ve su kaynakları, hemen her sektörde gerek hammadde gerekse üretim süreçlerinde aşırı kullanıma ve kirletilmeye maruz kaldı. Öncesinde insani ihtiyaçlar ve geleneksel tarımsal üretim için kullanılan su, günümüzdeki ölçekte ve biçimlerde kirletilmiyordu. Sanayileşmeyle beraber fosil yakıt tüketimi aşırı derecede artmış, iklimi değiştirmeye ve iklim değişikliği dâhilinde aşırılaşan iklim olaylarına (mevsim normalleri üzerindeki yağışlar, kuraklık vb.) neden olmaya başladı. İklim olaylarındaki değişim, içme suyuna ve su kaynaklarına erişimin önünde var olan fiziksel engelleri daha da büyütüyordu. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde daha da artan sanayi, endüstriyel tarım ve kentleşme uygulamaları, dünyanın su varlıkları üzerinde artan baskılar yaratmaya başladı. Kalkınma yarışı içindeki devletler, kendi korumaları altındaki su gibi doğal varlıkları bir an önce kullanıma açıp, ekonomik büyümenin hammaddesi haline getirecek adımları bir biri ardına atmaya başladılar.
Türkiye’nin 1980 sonrasında neoliberal politikalarla yaşadığı dönüşüme bağlı olarak çarpık şehirleşmenin hızlandığına, piyasa ilişkilerinin alanının geliştiğine, ekonominin düz bir çizgide ilerlemese bile büyüdüğüne şahit oluyoruz. Ancak bu gelişim asla insan ve çevre odaklı değil, bilakis insan yaşamının ve doğanın tahrip edilmesi pahasına yaşanıyor. Dünyanın her ülkesi değişimi aynı hız ve derecede yaşamasa da, kapitalizmin neoliberal dönemde yeni bir küreselleşme dalgasına girmesi ile dünyanın çok farklı ülkelerinde hemen hemen aynı nedenlerden kaynaklanan sorunlar yaşanmaya başlandı. Suyun ve su mücadelelerinin tüm dünyadaki çevre veya çevrebilim hareketleri içerisinde özel bir yeri vardır. Su, bütün bir yaşamın kaynağı olması dolayısıyla çevreyle ilgili sistemin en temel maddesini teşkil ediyor. Başta küresel ısınma olmak üzere çevre sorunları dediğimiz hemen her şey bir şekilde su sorununa / krizine bağlanmaktadır.
Küresel ısınma ve iklim değişikliği içme suyunu azaltmaktadır. Okyanus seviyesi yükseliyor ancak bu abartıldığı ölçüde denize sıfır olan ülkeleri yutacağı anlamına da gelmiyor. İçme suyu ve su kaynaklarında değişim yaşanmakta ve bu durum kuraklığa ve/veya sellere neden oluyor, bununla birlikte ve bundan bağımsız olarak da kitlesel göç hareketleri yaşanmakta, su varlıklarının giderek azalması suyun kontrolünü stratejik bir hedef haline getirmekte, su artık geçmişte olduğu üzere günümüzde ve yakın gelecekte de bir savaş aracı haline gelmektedir. Özellikle çok nüfuslu büyük şehirlere su tedariki modern şehirciliğin en temel sorunlarından biri olarak karşımızda durmaktadır.
Bir önceki yazımda, içme suyu ve su kaynakları açısından pek de sorunlu olmayan Latin Amerika ülkelerinde, kuzeyli şirketlerin su kaynaklarını satın aldığını, su kaynaklarının kontrolü, korunması, içme suyunun fiyatlandırmasını ve suyun dağıtımının yerel, bölgesel organize suç örgütlerine teslim ettiğini; bu durumun güvenlik krizi doğurduğunu ifade etmiştim. Ne yazık ki, ülkemizde de bazı borçlu olan çok nüfuslu belediyelerin de Latin Amerika örneğindeki sisteme benzer şekilde hareket ettiği ortaya çıkmaktadır.
Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın 25 Ağustos 2023 verilerine göre 759 milyon 623 bin TL borç ile Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nden sonra Türkiye'nin en borçlu yerel yönetimi olan Bursa Büyükşehir Belediyesi (BBB) doğal kaynak sularını kiralama/işletilmesi için ihale açmış. İlk ihale Eylül ayının 5’inde ikincisi ise 7 Eylül'de yapılacakmış. Bursa Büyükşehir yetkilileri, her ne kadar su kaynaklarının satışı söz konusu olmadığını söyleseler de hali hazırda: “Bursa İli Yıldırım İlçesi Cumalıkızık Mahallesi Yaylamemba Mevkii’nde bulunan iki su kaynağının tahmini yıllık bedeli ise 3 milyon 158 bin 352 TL olarak belirlendi. Bu kaynaktan saniyede 4,75 litre su akışı mevcut. Hali hazırda bölgede Fransa merkezli Danone şirketi Hayat Su markası ile dolum yapıyor. Bir diğer su kaynağı ise 4 milyon 105 bin 858 TL’ye yıllık olarak su işletme şirketine verilecek. Bursa İli Kestel İlçesi Derekızık Mahallesi’nde bulanan kaynaktan saniyede 7,2 litre su akıyor. Burada da İsviçre merkezli Nestle firması Erikli ve Nestle markaları için dolum yapıyor. Bursa Büyükşehir, su kaynaklarının kiralanması/işletilmesinden yıllık 7 milyon 264 bin 210 TL 52 kuruş gelir elde edileceğini ifade etmektedir .
Baştan ifade edeyim: Türkiye’nin yeraltı/yerüstü tüm enerji ve su kaynakları, hangi sebep/neden gerekçe gösterilirse gösterilsin, bir yabancı şirkete satılması ulusal güvenlik sorunudur. Eğer yaşam kaynağımız içme suyu ve su kaynakları satılmıyor da işletilmesi için ihale açılıp kiralanıyorsa bu durum ileride su fiyat belirlenmesi ve su kaynaklarının korunması, dağıtımı gibi konularda yukarıda verdiğim Latin Amerika örneğinin somut gerçeğini yansıtacaktır. Pek çok yerel yönetim/belediyelerin alt yapıları tamamlanmamış ve borç içinde oldukları bilinmektedir. Ancak bu mali yükün kapatılması yaşamsal kaynağımız içme suyu ve su kaynaklarının bir yabancı şirkete kiralanması/işletilmesi için verilmesini zorunlu kılmaz.
Bu yol en bariz şekilde önce bölgesel sonrasında da genel anlamda güvenlik tehlike/tehdidir. Bu konuya sadece bir yabancı şirket tarafından su kaynaklarının ve içme suyunun işletilmesi, şişelenmesi, dağıtımı ve buna bağlı olarak fiyatlandırması ya da bu hizmetleri üzerinden sırf gelir elde etmek amaçlı da bakamayız. İşin içinde olan bir haber kaynağımın aktardığına göre; 19 litrelik bir damacana suyun maliyetinin 3,50 TL olduğu dikkate alındığında; en düşük marka 19 litrelik damacana suyun satışı 59 TL. Adı geçen ya da aynı yöntemi izleyecek yerel yönetimlere tavsiyem: borç çıkmazlarınızı kapatabilmek için uygulamaya sokacağınız yöntem asla ve asla Türk milletinin su kaynaklarını ve içme suyunu satışa çıkartmak olamaz. Bu akla zarar uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. İçme suyu ve su kaynaklarının özelleştirilmesi demek; insanlarımızın herhangi bir biyolojik saldırıya maruz kalmasının yolunu da açmak demektir. Bu durumun, içinde bulunduğumuz ülke şartları göz önüne alındığında ne denli tehlikeli olduğu da anlaşılacaktır.
İçme suyu ve su kaynaklarının stratejik ve güvenlik boyutundaki yerinin, içme suyu ve su kaynaklarının kullanımının ne denli önemli olduğu stratejik ve güvenlik açısından değerlendirdiğimizde önümüze pek çok somut örnekler çıkmaktadır. Özellikle 1970’li yılların başından itibaren devletimize ve milletimize yönelik ayrılıkçı, bölücü terör örgütü PKK’nın; Suriye ve zaman zaman da Irak tarafından su konusunda kullanıldığı ve desteklendiğini belirtmekte fayda vardır. Tabii su krizleri ve su savaşları konusunu incelerken, içme suyu ve su kaynaklarının sadece bir savaş ya da çatışma nedeni olduğunu söylemek de doğru değildir. Su aynı zamanda barışı da ifade eder ki, bunu en iyi öğrenmiş olması gereken petrol zengini su fakiri Yakındoğu ve komşu ülkelerimizdir. Yanı sıra, dünya üzerinde belli başlı 261 nehir havzasıyla ilgili olarak son 50 yıllık süreç incelendiğinde, bu süre içinde meydana gelen 1800 olayın üçte ikisinin işbirliği ve antlaşmalar türünden olumlu vakalar olduğu ortaya çıkmaktadır. Geriye kalan 600’e yakın olumsuz olayın % 80’nin sözlü tehdit veya daha çok kendi kamuoylarına yönelik taktiksel/hamle oldukları tespit edilmiştir. Çatışma barındıran 37 olayın 27’sinin ise Suriye ile İsrail arasında, Ürdün ve Yermük nehirleri yüzünden meydana geldiği ortaya konmuştur .
Bir sonraki yazımda, Irak’ın ve ağırlıkta Suriye’nin Türkiye’ye haksız dayatmaya çalıştığı su krizini ve uzunca bir süre bölücü terör örgütünü bu nedenlerden dolayı nasıl desteklediği ve kullandığını yazmaya çalışacağım. Bir sonraki yazımda görüşmek ümidiyle.
YORUMLAR