Değerli okurlarımız, sayın Ömer Kalaycı hocamızı bilgisi birikimi cesurca yazdığı kitapları akademik çalışmaları üzerine tanımış bulunmaktayım. Kendisine olan takdir ve hayranlığım ise tam bir ‘’Türkiye Sevdalısı’’ olmasıdır. Ömer hocamızla yaklaşık yedi saatlik bir toplantı sonrası göstermiş olduğu nezaketi üzerine konuşulmayanları konuştuk. Ömer Kalaycı kimdir? hep birlikte röportajımızı okuyup tanıyalım.
Elif Satı Kalaycıoğlu: Hocam, öncelikle merhaba, Polis Haberleri Gazetesinde yazacak olmanızdan ve tanıtım röportajını kabul etmenizden dolayı teşekkür ederiz.
Ömer Kalaycı: Merhaba, ben teşekkür ederim.
E. S. K. : Hocam öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Ö. K. : Elbette. 1994-2002 yılları arasında o zamanki adı Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu Almanya’da bağlı dernek, bölge ve kısa süre GİK görevlerinde bulundum. 2007-2009 yılları arasında Göç, Entegrasyon (uyum) ve Asimilasyon programlarına katıldım. 1995-1999 arası yaşadığım eyalette Yabancılar Meclis Çalışmaları/seçimlerinde ve Türk Dernekleri Koordinasyon oluşumlarında bulundum. Yanı sıra değişik çatı kuruluşlarıyla işbirliği içinde proje etkinliklerinde yer aldım. 2007 yılında Türkçe-Almanca yayımlanan Almanya’nın ve Avrupa’nın ilk Engelliler Dergisi Genel Yayın Yönetmenliğini yaptım. Akademik olarak Friedrich Wilhelm Üniversitesinde (2009) Yüksek Lisansımı tamamladım ve o tarihten itibaren Güvenlik, Terör-Terörizm üzerine çalışmalarımı yoğunlaştırırken bunun yanı sıra danışmanlık hizmeti vermekteyim.
E. S. K. : Araştırdığım kadarıyla çok sayıda makaleniz ve kitap çalışmalarınız da var. Kısaca bahseder misiniz?
Ö. K. : Doğrudur. Makalelerim daha çok Avrupa siyasi, ekonomik ve sosyolojik; Avrupa Birliği Ortak Dış-Güvenlik ve Savunma Politikası; Türkiye-AB ilişkileri; Türkiye-Almanya İlişkileri; AB'deki Ayrılıkçı Hareketler ve Terör-Terör Örgütleri-Terörizm üzerinedir. Terör ve terörizmin daha çok dış destek boyutuyla kolektif terör-terörizm üzerine yoğunlaştım.
Bu bağlamda sevgili Dr. Nevin Yazıcı’nın yoğun teşvikiyle 2017’de yazıp bitirdiğim ancak Kasım 2019’da yayımlatabildiğim “Türkiye-AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası” ilk kitabımdır. İkincisi, 2022’de Konya Karatay Üniversitesi Öğretim Görevlisi sevgili Hande Ortay ile ortaklaşa “Avrupa’nın Ruhu” ve aynı yılın sonunda “ PKK'nın Siyasallaşma Çabaları: Almanya İsveç Örneği” kitabımızı yazdık. Şu an yayıma hazır bir kitap ve yazımı ortaklaşa devam eden bir başka çalışma bulunuyor.
E. S. K. : Ömer hocam, uzun yıllar Almanya’da yaşayan Avrupa ülkelerinin politikalarını ve güvenlik algı ve tehditlerini yakından gözlemleyen bir terör uzmanı olarak terörün dış destek boyutunu ve ortaklaşa yazdığınız kolektif terör-terörizm ile ilgili biraz bilgi verir misiniz?
Ö. K. : Elif hanım her şeyden önce belirtmeliyim ki, ben terör-terörizm uzmanı değilim. Hiçbir zaman da bu unvanı kullanmayı yeğlemedim zira “uzmanlık” unvanının, özellikle ülkemizde bu denli dar kalıpta, basit ve hoyratça kullanılmasından da son derece rahatsızım. Türk Dil Kurumu terör uzmanını: “Belli bir işte, belli bir konuda bilgi, görüş ve becerisi çok olan (kişi), mütehassıs veya kompetan olarak tanımlamaktadır. Herhangi bir bilim dalında lisansüstü öğrenim görmüş kişi ise batı dilinde spesiyalisttir. Bir bilim dalında, belli teknik alanda yoğun öğrenim görmüş ya da türlü programlara katılarak üstün yeterlilik kazanmış olan kişi. Kısacası belli bir iş ve konuda bilgisi, görüşü ve becerisi çok olan kişi” olarak tanımlıyor. Farkınaysanız TDK, “uzman” tanımını belli bir konuda iadesine vurgu yaparak uzmanlık alanını daraltmış oluyor. Uzmanlıkta ön şart, belirli bir konuda yetkin olmayı gerektirdiğinden, çok sayıda faktörü içinde barındıran terör-terörizm gibi geniş bir alanda uzman olduğunu iddia etmek “uzman” tanımına ters düşmektedir. Uzmanlık tanımı, terör ve terörizmin oluşumuna etki eden sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, sosyo-psikolojik vd. alanlarda söz konusudur. Sorunuza yanıt vermeden “uzman” kavramına oldukça uzun ve hassas yaklaşmamın sebebi ülkemizde bu tanım/kavramı çok basite indirgeyerek kullanılmış olmasıdır. Bir başka yazı konusu olacak ancak son olarak şunu ifade etmek isterim: ülkemizde terör-terörizm uzmanı olmanın ön şartı ne bir Batı ülkesinde yüksek lisans/doktora yapmak ve iyi derecede İngilizce konuşabilmek, özellikle İngilizce yazılmış makale, kitap ve raporları okuyarak görüş belirtmek, ne de terörün yaşandığı bölgelere geziler düzenleyerek orada yaşayan başta aşiret reisleri ve örgüt itirafçılarından görüş alarak sözde akademik çalışma yapmak da değildir. Keza bu durum özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde belirli bir dönem asker, polis kısacası emniyet mensubu olarak görev yapanlar da uzman değillerdir. Zira bu durumu belirli bir süre için “saha yaşantım ve geçmişim var” diyerek kendini terör uzmanlığıyla taçlandırmak da son derece banaldir. Dolayısıyla ben, “uzmanlık” tanımından ziyade Terör-Terörizm Çalışanı tanımını daha sağlıklı buluyorum.
Terörün dış destek boyutuyla ilgili olarak kısaca şunları ifade edebilirim. Her ne kadar terör ve terörizm kavramıyla ilgili uluslararası genel kabul görmüş bir terör ve terörizm tanımı yapıl(a)mamış olsa bile; terör-terörizmle ilgili çalışanların büyük çoğunluğunun hem fikir olduğu hiçbir terör örgütünün dış destek almadan uzun süre varlığını koruyamayacağıdır. Terörizmin tarihsel sürecine baktığımızda, özellikle ülkemize ve insanımıza yönelik gerçekleştirilen ayrılıkçı, bölücü örgütlerin dış destek aldığını görüyoruz. Özellikle 1870’lerden günümüze kadar ülkemizde ve bakiyemiz olan topraklarda yanı sıra yurtdışında Türk diplomatlarına, milli mücadele döneminde ve cumhuriyetin kurulduğu yıllarda gerçekleştirilen örgütlü eylemlerin neredeyse büyük çoğunluğu dış desteklidir. Tarihin pek çok döneminde, güçlü devletler, gerekçelendirdikleri jeo-stratejik veya ham madde kaynaklarına sahip olabilmek adına savaş başta olmak üzere pek çok yöntemi sürdürmüşlerdir. Jeo-stratejik veya hammadde kaynağı 19.yüzyılda kömür, 20.yüzyılda petrol, 21.yüzyılın ikinci çeyreği itibariyle de büyük olasılıkla su ve gıda olarak sürecektir. Soğuk Savaş döneminde konvansiyonel bir savaşın yaratacağı gerek ekonomik gerek insan kaybı güçlü devletleri, hedef aldıkları ülkelerde ekonomik, siyasi baskı uygulayarak günümüz deyimiyle hibrit ve vekâlet savaş yöntemleri olarak terör örgütlerini ve terörün her çeşidini; amaçlarını ele etme doğrultusunda sevk ve idare etmektedirler.
Kolektif terör-terörizm ise henüz daha terörizm yazınında çalışılan hatta kabul gören bir kavram değildir. Kolektif terörden kastımız kısaca: ideolojileri ve kuruluş amaçları farklılık gösterse de iki veya daha fazla terör örgütünün, ortak amaçlar ve çıkarları gereği işbirliklerine giderek ortaklaşa terör eylemleri gerçekleştirmeleridir. En bilinen somut örnekler olarak ASALA-PKK işbirliğini verebiliriz. Günümüzde de farklı ideolojiye sahip olan örgütlerin ortak çıkarlar ve onlara biçilen yeni görevleri doğrultusunda eylemler gerçekleştirdikleri biliniyor. Küçük bir örnek verecek olursam; ideolojisi farklı olan IŞİD yine farklı bir ideolojiye sahip olan PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG çatısı altında; Suriye’nin kuzeyinde TSK’ya karşı eylemler gerçekleştirmektedirler. Bir başka somut örnek olarak: Rusya Federasyonu’nun Afrika’daki nüfuzunun ve etkisinin kırılması için El-Kaide terör örgütü Rusya ile işbirliğinde olan ülke hedeflerine ve Rus çıkarlarını korumak için bölgede bulunan ve kısa bir süre önce tüm dünyada sıkça konuşulan Özel/Askeri Güvenlik Şirketi Wagner’e karşı çatışmaktadırlar.
E. S. K. : Ömer hocam, son olarak şunu sormak istiyorum; tarihin farklı dönemlerinde güçlü ülkelerin jeostrateik çıkarları değişkenlik gösterdiğini ve içinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci çeyreğinde de su ve gıdanın öneminin çok daha ön plana çıkacağını söylediniz. Bu durumu ülkemiz adına değerlendirir misiniz?
Ö. K. : Tarihin pek çok döneminde savaşların su üzerine çıktığını ve yapıldığını biliyoruz. Gerekçesi gerçekten su olan ilk Su Savaşı’nın M. Ö. 2500 yıllarında Aşağı Mezopotamya’da kurulmuş Lagaş ve Umma şehir devletleri arasında yaşanmıştır. Suyun, zaman zaman bir ülkeyi mağlup etmek ya da gücünü kırmak için stratejik bir silah olarak da kullanıldığı açıktır. Bu duruma somut örnek Floransa, Pisa’yı savaşta susuz bırakarak teslim almaya çalışmıştır. 1947-1960 arasında, Hindistan’ın bölünmesi sonucu ortaya çıkan İndus Nehri havzası sorunu Pakistan-Hindistan arasında çatışmalara sebep olmuş ve her iki ülke ilişkilerini uzun süre dondurmuştur. Keza 1948 yılında birinci Arap-İsrail savaşında suyun, stratejik bir silah olduğunu görürüz. Yanı sıra 1967’de İsrail’in stratejik konumundan ötürü Golan Tepeleri/Yaylalarını işgal etmesinin ana nedeninin e su olduğu bilinir. 1999’da NATO’nun Yugoslavya’ya düzenlediği harekâtta Belgrad’a verilen suyun kesildiği de ayrı bir somut örnektir. Ve hiç şüphesiz Türkiye’nin tüm iyi niyet yaklaşımlarına rağmen, Baba Esad yönetimi boyunca ta ki 1998 yılına kadar Suriye’nin bölücü terör örgütü PKK ve liderlerine yönelik ev sahipliği yapmasına sebep su olmuştur. 2011 Suriye İç Savaşı ile başlayan Suriyeli mülteci akını ve sonrasında Pakistan, Afganistan uyruklu kaçakların güneydoğu illerimizde konuşlandırılmaları; Birleşmiş Milletler başta olmak üzere pek çok uluslararası kurumun raporlarında 2030’dan itibaren artacak sıcaklıkların yaratacağı kuraklık ve temiz içme suyuna olan ihtiyacın %40 daha fazla artacağı belirtilmektedir. Temiz içme suyu ve su kaynaklarının önemi her geçen gün artmakta; su ve su kaynakları etrafında oluşacak yeni güvenlik algıları yeni güvenlik tedbirlerini de beraberinde getirmektedir.
E. S. K. : Sayın Ömer Kalaycı hocam, Ülkemiz ve toplumumuz adına tüm okuyucularımıza vermiş olduğunuz bu önemli röportaj ve bilgiler için Polis Haberleri Gazetesi ekibimiz olarak size çok teşekkür ediyorum. Cumhuriyetimizin 100. Yılı olması sebebiyle sizin gibi değerlerin varlığı Ülkemiz adına büyük önem arz etmektedir.Başarılarınız daim olsun.
Ö. K. : Polis Haberleri Gazetesi nezdinde size; ben teşekkür ederim Elif hanım, umarım kaleme almaya çalışacağım konularla faydalı olurum!
Saygılarımla,
Elif Satı KALAYCIOĞLU / 18 Ağustos 2023
YORUMLAR